Mevlüt Büyükhelvacıgil: Şirketimize Nepotizmi Hiç Sokmadık

Dört neslin sorunsuz şekilde bir arada yaşadığı bir aile şirketi Helvacızade Grubu… Grubun başkan yardımcılığı yanında Zade Global’in CEO’luğunu yürüten Dr. Mevlüt Büyükhelvacıgil’in ise bu başarının yakalanmasında emeği büyük. Aile anayasasını yazan Büyükhelvacıgil, “Şirketimize nepotizmi hiç sokmadık” diyerek, belki de bu başarıdaki temel kriterin de altını çiziyor.

• Mevlüt Bey, Büyükhelvacıgil ve Zade isimlerinin hikâyesiyle başlayalım mı?

Soyadı Kanunu çıktığında kayıtlar için gelen memurlar, Osmanlı’yı çağrıştıran soyadlarını kaydetmek istememişler. Biz de o zaman Konya’da Helvacızadeler olarak tanınırmışız. O tarihte Konya’da sekiz helvacı aile varmış. Hepsini çağıran memurlar kaç kilo ürettiklerini sormuşlar tek tek. Dedem günde 800 kilo helva üretiyormuş. Demişler ki “Senin miktarın çok büyük, senin soyadın Büyükhelvacıgil olsun.” Diğerlerine de Helvacı, Helvacılar, Helvacıoğulları gibi soyadları vermişler. Babam ve amcam demişler ki, “Madem soyadımız Büyükhelvacıgil oldu, Helvacızade’yi ticarethane unvanı yapalım.”

Yağ fabrikası kuracağımız zaman da marka ismi arıyorduk. Konuşmalarımızı dinleyen annem “Zade koysanıza ismi, ailemizin ismi” dedi. Annem bizim şirkette markanın isim annesidir. Annemin ismini koyduğu Zade Yağ ile şu anda 100 ülkeye ihracat yapıyoruz.

“GÖZDEN GEÇİRİLEN DEĞİL GÖZDEN GEÇİREN BİZ OLMALIYIZ”

• İş hayatınızın başında unutamadığınız bir anınız var mı?

Şirketimizin helvacılıkla başlayan 135 yıllık bir tarihçesi var. Helva, şeker, lokum, reçel imalatı yaptık. Babam bize işi çok küçük yaşta öğretti. İmalat işimiz devam ederken P&G, Unilever, Ülker grubu gibi büyük grupların İç Anadolu ve Türkiye geneli satış dağıtımlarını yapıyorduk.

Distribütörlük yaptığımız o dönemde, bir gün büyük bir kurumun satış mümessili bana gelmişti. Her zaman verdiğimiz gibi çek tarihini 2 gün uzun yazmıştım. Bana “Mevlüt Bey, sizden çek tarihini 2 gün uzun alıyorum, sizinle çalışmayı gözden geçireceğiz” dedi. Kaç senedir bu firmada çalıştığını sordum. “4,5 yıl oldu” dedi. “Biz sizin şirketinizle 35 yıldır çalışıyoruz, siz bu 35 yılı 4,5 yıllık emeğinizle nasıl gözden geçireceksiniz?” dedim. Daha sonra kendisini gönderdim. Biraz sonra o grubun bölge müdürü beni aradı, hatta arabaya atlayıp Ankara’dan Konya’ya geldi, özür diledi, ancak bu söz bana çok ağır gelmişti. O günden sonra sürekli uykularım kaçtı. Demek ki 35 yıl bir markaya hizmet edeceksiniz, ama bir gün birisi gelip sizinle çalışmamızı gözden geçireceğiz diyecek dedim. Bir gece yarısı saat 3’te aile fertlerini kaldırıp konuşmak istediğimi söyledim. Çok dolmuştum, sabahı bekleyemezdim. Gözden geçirilen değil, gözden geçiren biz olmalıyız dedim. Konuyu aile meclisinde konuşarak, ağabeyim Tahir Bey ile birlikte, sanayiye girmeye karar verdik.

“KIYAFETLERİMİZE UYMUYORDU”

• Sonrası nasıl gelişti?

O karardan sonra Ankara’nın yolunu tuttum, doğru Devlet Planlama Teşkilatına. Fabrika kurmak istiyorum dedim. Çok da gencim, 25-26 yaşındayım. Bana üç öneride bulundular: Plastik masa ve sandalye, soya yağı ve krom manyezit.

Plastik masa ve sandalye o zamana kadar hiç görmemiştim. 86-87 senesi. Kilolu insanlar oturursa kırılır diye düşündüm. Bir sağlık mesajı da yoktu. Kimyasal bir üründü. Fizibilite bile yapmadan onu eledim. Krom manyezit maden işiydi. Dağda taşta dolaşacaksınız. Biz gömlek kravatla işe gelen adamlarız, dağda taşta ne yapacağız dedim. Bu işi de öyle eledim. Kıyafetlerimize uymuyordu. (Gülüyor)

O dönemde asgari ücretin düşük olmasını kafama çok takıyordum. Sosyal adalet ve sosyal sorumluluk anlayışımız nedeniyle dar gelirli insanlar için sağlıklı ve kaliteli bitkisel sıvı yağ üretme fikri cazip geldi. 88 yılında DPT’den onaylandı dosyalarım. 89’da temel attık ve 91’de üretime başladık. Tabii fabrika kurulurken sadece soya yağıyla kurulmadı. Ayçiçek yağı, mısır yağı, zeytinyağı gibi 30 çeşit yağ üretimi yaptık.

• İlaca geçişiniz nasıl oldu?

Kalp ve damar cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez aile dostumuzdur. Bir gün beni çağırıp “Mevlüt, kalp hastaları için keten tohumu, nar çekirdeği, üzüm çekirdeği yağı üretsene” dedi. Bingür Hoca’dan konuyu çalışmak için biraz zaman istedim. O yıl yazın kızım Sıdıka ile Cambridge’e dil okuluna gittik. Orada bir markette bulduğum yağları numune olarak alıp etüt ettim. Döndükten sonra da soğuk pres yağların üretimi ile ilgili makine tasarımlarında bulundum. Bunun üzerine tohumları denedik ve ürünleri ürettik.

Daha sonra Kanser Hastalarına Yardım Derneği’nin bir etkinliği için Kıbrıs’a gitmiştik. Ürünlerden dernek başkanı Raziye Abla’ya da hediye götürmüştüm. Kendisi duygulanıp bu ilaçlara ihtiyaçları olduğunu söyleyince bu tohumların mutlaka ilaca dönüşmesi gerektiğine inancım bir kat daha arttı. O gün atlayıp Kıbrıs’tan Ankara’ya geldim ve İlaç Eczacılık Genel Müdürüyle görüştüm. Kendisi bunların üretimine dair bir yönetmelik olmadığını, Türkiye’de üreticilerin de olması gerektiğini, yoksa ülkenin ithal ürünlerin hakimiyeti altına girebileceğini söyledi. “Öyle mi, ben de üretmeye karar veriyorum, bugün burada” dedim. Bingür Hoca’nın yön göstermesi ve Raziye Abla’nın gözyaşları içinde ürünlerimize teşekkür etmesiyle bir yola çıkmış olduk.

“MAKİNE BANA BAKIYOR BEN MAKİNEYE”

• Teknolojiyle aranız nasıl? Yeniliklere açık mısınız?

Gıda toptancılığı yaptığımız dönemde, Mecidiyeköy’de bir dükkânda “OKI Faks geldi” yazısını görünce içeri girdim. Neymiş bu gelen dedim. Ne işe yaradığını anlattılar. Distribütörlüğünü yaptığımız firmaların fiyat değişiklikleri PTT ile bir haftada elimize ulaşıyordu, fiyatları hemen değiştiremeyince zarar ediyorduk. Almaya karar verdim. Kucaklayıp Konya’ya geldim. Makineyi kurdum. Makine bana bakıyor, ben makineye bakıyorum. Tek tek mal aldığımız yerleri arayıp “Bize OKI Faks geldi, size de geldi mi?” diye sordum. Soruyorum ki faksı kullanabileyim. Onlar da zamanla aldılar da işlerimiz hızlandı.

1983’te gümrük vergilerinin yüksek olduğu bir dönemde ilk bilgisayarımızı aldım. Babam dedi ki “10 kişi çalışıyor dükkânda 8 milyara bilgisayar aldın -ki o zaman Doğan taksi 2,5 milyardı düşünün- gerek var mıydı bu kadar para vermeye?” İşimizi kolaylaştıracak baba, dedim. O dönem babam hacca gitti. Biz hala bilgisayarı çalıştıramamıştık, uğraşıyorduk. Babam bana mektup yazmış, mektup otobüsle geldi Medine’den, herkese selam yazmış, altına da “Mevlüt, inşallah aldığın o bilgisayarı çalıştırabiliyorsundur” demiş. Çalışmıyorsa gelince seninle görüşeceğiz diyordu yani (Gülüyor.) Sonra bilgisayarı çalıştırdık, çok faydası oldu.

• X, Y ve Z Kuşağını Anlamak kitabınız yeni çıktı. Sizin iş hayatında üst ve alt neslinizle ilişkileriniz nasıl gelişti?

Babam 2. nesil. Ben ve ağabeyim aile şirketimizin 3. nesliyiz. 4. nesil şu an imza yetkili ve işin başında. 5. nesil de okula gidiyor. Yani 4 nesli bir arada yaşayan bir aile şirketiyiz.

Henüz 15 yaşındaydım, ağabeyim 18 yaşına girmişti. Babam mal almaya bazen İzmir’e gidiyordu. O zaman dükkân yalnız kalıyor, bir yere çek vermek gerekiyor, çeklerin gününde verilmesi lazım. Dedi ki “Çocuklar ben size imza yetkisi vereceğim. Ben yokken çeki imzalayın verin.” Noterin tüm itirazına rağmen onu ikna edip bana 15 yaşında imza yetkisi verdi babam. Demek ki ona o güveni verebilmişim. O zaman da sorumluluğu daha fazla hissettim. Önceden mal alırken “2 kamyon gönder, 3 kamyon gönder” diyordum, imza atmaya başlayınca “Aman bir kamyon gönder” demeye başladım. (Gülüyor)

Şirketimize nepotizmi hiç sokmadık. Kimyacı kızım bizde staj yaptı. Bir ay servisle gidip geldi. Arabayla götürüp getirmeyi uygun bulmadım. Oğlum da önce fabrikaya iş başvurusunda bulundu. Eğitiminiz uygun değil, burası teknik, siz pazarlamaya gidin demişler. Sonra şirket tarafında asgari ücretle çalışmaya başladı.

Babam benim önümü çok açmıştı ve özgür bir şekilde çalışabilmiştim. Ben de oğlum için aynısını yapmaya çalışıyorum. Keyif alıyorum gençlerin başarılarını seyrederken, bu ülkenin gençleri bu ülkeye refah getirecekler. Onlara güvenmemiz gerek.

TAŞLAŞMIŞ NAR YAĞINI MAKİNELERDEN KAZIDIK

• Ürün geliştirmede başarısız olduğunuz bir süreç oldu mu?

Nar çekirdeği yağı dünyada hiç rafine edilmemişti. Yapmak istedik. Ancak literatürü bile yoktu. Nasıl rafine edeceksiniz, kaç saat rafine edeceksiniz, bilmiyoruz. Bir sürü teknik aşamaları var. Fabrikada çalışmaya başladık. Peroksit oranını düşürmek için bir 15 dakika, bir 15 dakika daha derken reaktörümüzün içinde nar yağları taşlaşıverdi. Makinelerimizi neredeyse üç ay hiç kullanamadık. Beton kırıcılarla taşlaşmış nar yağını makinelerden kazıdık. Tesis üç ay durduğu için canımız çok yandı. Ama neticede literatürü çıkardık, nar yağı rafinasyonu nasıl yapılır, hangi sıcaklıkta yapılır artık biliyoruz.

GETİR BAKAYIM KUTUYU

Zade Vital’in çalışmalarını yapan ajansa gitmiştim. Stajyer bir arkadaşımız vardı, adı Eda. Gidip geldikçe elindeki bir kutuyu gösteriyordu bana. Bir kutu tasarımı yapmış kızımız. Böyle açılıyor, böyle kapanıyor. (Kutuyu gösteriyor) İçine de küçük cam şişeler konacak bir tasarım.

Ancak kutunun kapanmasını sağlayamamış. Yöneticileri demişler ki “Bunu her geldiğinde Mevlüt Bey’e artık gösterme, bak kapatamıyoruz.” O gün gittiğimde durgunluğunu fark edince sordum, o da durumu anlattı. “Getir bakayım kutuyu” dedim. Aldım kutuyu, bizim 40 yıllık bir matbaa ustamız var, ona götürdüm. Bir hafta müsaade istedi. Bir hafta sonra beni çağırıp kapanmış kutuyu gösterdi. Ustamız iki tarafa mıknatıs yerleştirerek çözümü bulmuş. O stajyer kızımızın heyecanını o gün görmenizi isterdim. Hayalinin peşinden gittik ve o kutuyu üretime sunduk. Sonra o kutu 2 yıl üst üste ambalaj ve yenilikçi ürün ödülü aldı.

Dünya.com